19 Ekim 2013 Cumartesi

Bayram ve Anımsattıkları

Aslında bu yazıyı neden yazdığımı çok iyi biliyorum.Öyle okuyanı başka yerlere çekip gerçek maksadımı saklayacak kadar da usta bir yazar değilim.Şöyle sakin ve doğrudan konuya girecek şekilde bir başlangıç yaparak yazıma yazmaya çalışacağım.,
Yıllar, yıllar önce ailemin hep birlikte ve babamın bizimle olduğu bayramları anımsıyorum.Güne çok erken saatlerde Siera marka radyomuzun oturma odamıza yaydığı türkülerin hafif iç burkan nameleri ile başlanırdı.Şimdiki gibi kahvaltı; bayram namazından sonra değil bayram namazına gidilmeden yapılırdı o günlerde.Bizim evimizde de öyle yapılmaktaydı.Annem evin doğal haline uygun bir kahvaltı hazırlardı.Aslan ayaklı ceviz masamızın, her zamankinin aksine o gün masa örtüsü; çiçekli muşamba yerine yıkaması kolay bir kumaştan yapılmış ve birazda işlemeli bir kumaş olurdu genellikle.Masa o çocuk gözümde bana büyükçe gelirdi.Orta yere serpiştirilen beyaz peynir, haşlanmış yumurta, yazdan yapılmış reçeller.Siyah ve yeşil zeytin ile sahanda kızartılmış sucuk ile bir gün önceden hazırlanmış olan peynirli börek de masadaki yerini alırdı.O zamanlar kış günü domates, hıyar bulunmadı.
Bayram sabahı olduğu için babam bayram namazından önce üzerini giymeden mavi pijamaları ile (her daim çizgisiz ve açık gök yüzü mavisi olan) masadaki yerini alır, ablam ki gerçekten bir ablaydı ve aramızdaki yaş farkı nedeni ile ondan çekinirdim.Güzel ama çocuksu sabahlığı içerisinde ve annemin halasının onun üzerindeki himayesinin bir sonucu olarak ponponlu saten terlikleri ile masaya gelirdi.Ben biraz sonra babamla beraber Hacı bayram Camiye Bayram namazına gideceğim için üzerime bir şey dökmemek için koyu yeşil çizgili Sümerbank pijamamla masadaki yerimi alırdım.Anneciğim her zaman kulaklarının ardından bağladığı beyaz tülbenti ile servisleri yapar böylece babamın canını sıkabilecek bir olaya (saçların ortalığa dökülmesinden hiç hoşlanmazdı) sebebiyet vermezdi.Onca servis işinin arasında kendisi nasıl kahvaltı yapardı anlayabilmiş değilimdir halen.Ama çok maharetli ve pek hızlıydı anneciğim.Ne babam ne biz onun canlılığına yetişemezdik.
Cami ile evimiz yürüme mesafesinde hatta evin cumbasından sola bakıldığında görülebilecek kadar yakın olmasına rağmen kahvaltı erken yapılır ve mutlaka namazdan hayli önce camiye gidilerek bayram ile ilgili vaaz dinlenirdi.Bu aslında babamın cuma namazlarında da uyguladığı bir düzendi sanki.Böylece mahalle sakinleri ve çevredeki esnafla da bir kaç kelime konuşabilme fırsatı doğardı.Çünkü o zamanki adı ile ''yazıhane'' Hacı bayram Meydanında olmasına karşın babam sürekli şantiyelere yada işini yaptığımız devlet kurumun genel müdürlük binalarında olurdu.Bu yazıhane ise bütün gün açık olmasına karşın babam ancak akşam üzeri mesai sonrası dönebilirdi oraya.Belki de bu nedenle mahalle esnafı ile çok sık bir araya gelemezdi.
Çok şık kumaşlardan ve özel terzi dikimi takım elbiselerini giyip beni de adam akıllı bir kontrolden geçirdikten sonra elimden tutarak  camiye kadar yürürdük.O yürüyüşler çok uzun olmamakla birlikte güzel ve tadı eşsiz konuşmalar ile yapılırdı.Bana hep bir şeyler anlatır, sonra o anlattıkları hakkında sorular sorarak benim onu dinleyip dinlemediğimi ve sonuç itibari ile bir şey  anlayıp anlamadığımı öğrenmeye çalışırdı.Caminin duvarını geçince bu sohbet yerini eşe dosta selam vermeyle kesilir, hal hatır sorularak sıra ile kısa kısa konuşmalar yapılarak caminin arka kapısına revaklı bölüme ulaşılırdı.Burada ayakkabıların çıkartılması ve gözle yapılan kontrolden sonra uygun bir yere konulması gerekirdi.Bu sırada babam bir kez daha üzerini kontrol eder, herhangi bir pasağın üzerinde olmasına izin vermezdi.Umumiyetle ön saflara yakın ve vaaz edilen kürsüyü yakından görecek bir yere oturarak dinlemeye koyulurduk.Bana çok uzun ve anlaşılmaz gelen konuşmalar bittiğinde arkalarda bir yerde ayağa kalkmış ve sağ elini sağ kulağına adabınca koymuş ve mahalleden tanıdığım ama camideki vazifesini uzun yıllar sonra öğreneceğim birisi sıkça duyduğum ve hiç de yabancılamadığım bir sesle ezanı okumaya başlar ve her kezin bir toparlanıp kendine çeki düzen vermesinden sonra bayram namazına başlanırdı.
O yıllarda okula dahi başlamadığım için okunan ve yapılanları sadece anlamaya çalışırdım.Bu da bir süre sonra sıkılama ma engel olmazdı.Yerdeki kalın ve çokçası kırmızı renkli bol tüylü halılar şimdiki gibi alnınızı secdeye koyduğunuzda acımıyordu. Sonra dan onlar da ekonomik leşti ve inceldiler.Hatta sadece köylerde kullanılan kilimler serilmeye başlandı camilere.Namazın ardından cami içerisinde oluşturulan bir insan zinciri öncelikle imam sonrada cemaatte yer alan yaşlıların bayramını tebrik eder ve en sondaki sıraya dahil olurlardı.Böylece tanısa da tanımasa da namaza gelen herkes bayramlaşmış oluyordu.
İşte bütün bu ritüel sonrasında geldiğimiz yolu geriye dönerek eve ulaşırdık.Bayram namazından önce evde bir bayramlaşma olmazdı.Bu nedenle namazdan sonra eve döner dönmez ailece bayramlaşır babamın ablam, ben ve annem dahil bizlere bayramlık verişini hatırlıyorum.Çok sıcak ve çok samimi bir ruh hali ile önce babamın sonra annemin ellerini öper ablamla kucaklaşarak ve birbirimizi yanaklarından öperek bayramlaşma törenimizi bitirirdik.Annem babama bol köpüklü bir sabah kahvesi bize ise bayram tatlısı sunar ve böylece aile içerisindeki merasim son bulurdu.
İşte o geçmişin basit ama sıcak bayram sabahı böyle geçerdi.Şimdi kendi kendime soruyorum bunu neden özlüyorum diye.Çünkü ben bu basit ritüeli dahi kendi evimde hayata geçiremiyorum da o yüzden.Hepinizi bayramı bayram gibi geçireceğiniz, birlikte azı çok yapacağınız bayramlar geçirmeniz dileğiyle selamlıyorum.

5 Ekim 2013 Cumartesi

Tembellik

Tembellik Nasıl Yapılır.

Koca bir yaz geçti üzerinden, bir satır bile karala yamadım.Bir çok konu vardı aslında kaleme almam gereken ancak Ağustos böceği misali tembellik yapıp durdum.Yok canım o kadar da değil.Kendimi savunacak yada avun duracak değilim. Düpedüz miskinlik bu yaptığım o kadar işte.

Gelin görün ki aslı astarı öyle değil işin.Günler gerekli ve gereksiz bir çok konuyla meşgul olarak geçti.Buna siz hayat gailesi deyin ben ticari faaliyet diyeyim, sonuç değişmeyeceğine göre ne fark eder?Ben bu işleri yaparken kendimden geçtiğim için akşamları küçük çalışma odamda yazı masamın başına geçecek enerjim kalmıyor.

Ama yazmak isteğimde samimiyim ben.Seviyorum bu meşguliyeti.Beyaz sayfaya yada ekrana bir biri ardına sıralanan harflerin oluşturduğu kelimeler sanki bir trenin vagonları gibi ardı ardına gelerek cümleleri onlarda kısalı uzunlu paragrafları oluştururken ben kendimden geçerim.Yazdıklarımda mana bütünlüğüne çok önem veririm.Mesleki bir hastalık bu, aldığım Mimarlık eğitiminin detaycılığından geliyor sanırım.

Ancak yazmak ciddi bir iştir azizim, şakaya gelmez.Nasıl ki söz ağızdan çıkınca bir daha geri alamayıp sorumluluğu ile yüzleşirsin; yazmakta tıpkı öyle.Bir defa yazıp neşrettin mi artık manası nasıl ise yada nasıl anlaşılıyor ise  o şekilde kamunun malıdır o!

Eh kahve zamanı geldi biraz daha tembellik edelim.Kalın sağlıcakla.