28 Eylül 2012 Cuma

Bir Sorun, Bir İktidar ve Geçen On Sene:

2002 yılının son baharı idi tıpkı içinden geçtiğimiz şu günlere benziyordu.Herkesin bir umutla beklediği parti hem Atlantiğin öte yanından hemde Avrupadan destek alarak seçimlere yeni bir söylem ve enerjiyle katılıyordu.Oysaki benzer kökleri olan bir parti daha henüz Anayasa mahkemesinde kapatılmıştı.Belki de bu ve benzeri nedenlerle Askerler bu gelişmeden (Yeni Parti'den pek hoşlanmamışlardı).Genç, dinamik hatta yer yer iddialı sayılabilecek bir tüzükleri ve seçimler için hazırladıkları propaganda metinleri vardı.Her iki yazılı belgede Güneydoğu Anadolu (Namı Diğer Kürt ) Sorunu hakkında çözüm önerileri ve bu öneriye uygun söylemlerini hayata geçiriyorlardı.Özellikle Liberal düşünceyi benimsemiş seçmen ve aydın kesimin bir kısmı bu gönülleri okşayan çözüm önerisinden pek memnun idiler.

Gelin görün ki olmadı, olamadı.Ne kürt asıllı milletvekilleri, ne bakanlar bu çözümü hayata geçiremedikleri gibi sorunun muhatabını da inandıramadılar çözüm önerilerine.Ne silahlar sustu nede ölümler son buldu.Fakat meclis çatısı altında diğer partilerle samimi toplantılar yapmaktan da geri durdular.Diğer bir çok konuda olduğu gibi iktidar her şeyi ama her şeyi tek başına yapmak istiyordu. Belli ki elde edilecek başarıyı haris bir kıskançlık ile kişiselleştirmek ten vazgeçemiyorlar dı. Bir dönem bu şekilde geçip gitti.Bir çok şehit ve bir çok gözü yaşlı anne geride bırakarak.Elbette sadece Türkçe konuşan anneler değil kürtçe konuşan annelerde ağlıyordu; kendi kültürlerinde ''gerilla'' olan oğullar için.Ne var ki Devlet onun oğlunu terörist ilan etmişti bir kere dönüşü yok.Çıraklık dönemi isminden de etkilenerek bu sorunu kendini aştığı korkusu ile ele dahi alınmadan bitti.

İkinci dönem başlarken yine çok yaldızlı laflar, televizyon mülakatları, meydan mitinglerinde, en büyük bayrak olarak sallanan kürt sorunu önümüze getirildi.Bu kez bilinenlerden bir bilinmeyen yaratılarak anlaşılmaz, tutanın elinde kalır cinsten bir kavram kargaşası yaratıldı.Sorun sanki bizim sınırımızın dışından kaynaklıydı ve oraya gidilmesi bizi aşan bir kuvvetin iznine bağlıydı.Kısacası müdahale etmek istiyoruz ama gücümüz yetmiyor ama biz bunu çözmekte kararlıyız (Her nasıl ise anlaşılması zor bir kavram).Bu dönem bölgeye yatırımlar yapıldı, sanayici teşvikler aldı ama ne gideni gördük nede iş tutanı.Bu sefer asker de biraz tavsamış duruyordu.Bu sebeple şehirlerde daha çok eylem ve daha çok ölümler görüldü.Canlı canlı insanlar yakıldı otobüslerin içerisinde molotof  kokteylleri ile.Araçlar kundaklandı, destek vermeyen Güneydoğu Anadolu (Kürt) kökenli vatandaşlar tehdit edildi, darp edildi hatta cinayetlere kurban gittiler.

Ama iktidar bunlardan çok etkilenmemiş görünerek sürekli olarak seçmeninin önüne ekonomik başarıları koydu (Halkın değil seçmenin, kendince yorumlanmış ekonomik başarılar).Oysaki insanlar al bayraklara sarılı cenazelerden yorgun düşmüşlerdi.Şehitlik kavramı tartışılıyor, çocuklarının askere gitmesinden imtina ediyorlardı.Fakat çok korku verici bir biçimde Devlet ve iktidar bu şehitlerin haklı sebeplerle verildiğine inanıyor ve bu makamın her kula nasip olamayacağını dini ritüeller de dile getiriyorlardı.Çözüm konusunda yine çok sıkı bir yüzük kardeşliği oyunu oynanmaktaydı.Kendileri dışında her fikre üç maymunu oynamakta son derece başarılıydılar.Çok ileri gidildiğinde savunma olarak saldırıyı seçiyorlardı.Küçük ve tecrübesizler ise büyüklerinden aldıkları hatipliğin hakkını veriyorlar, demagoji kültürüne inanılmaz edebi örnekler kazandırıyorlardı.Beyaz takım elbiseli güneydoğulu bakan yerine kara kaşlı kara bıyıklı bir bakan vardı sahnede.Aynı kökten geliyorlardı ama soydaşlarının durumuna partinin ve iktidarın desteği ile bir çözüm bulamamışlardı her ikisi de.Timsah göz yaşları ile çaresizce  ağlaşan anneleri göz ucu ile izliyorlar artık bir sebep buldukları ölçüde şehit cenaze namazlarına katılmaktan kaçınıyorlardı.Milletvekili ve siyasetçilerin çocuklarının askerlik yapmaktan kaçındıkları da bu dönemde ortalığa dökülmüştü.İşin tuhafı kürt asıllı vekillerde aynı savunma çizgisini şiar edinmişlerdi.( Ne acı, saldıran da savunan da aynı noktada buluşuyor).Çok trajikomik bir şey daha yaptılar.Dağdan inin sizleri yargılamayacağız diyerek bir otobüs teröristi (sözde suça bulaşmamış olanlarından, nasıl oluyorsa artık anlaşılamadı) vatan sınırında kabul edip güler yüzlü bir mahkemeye çıkartıp serbest bıraktılar.(Sonradan tutuklamak üzere serbest bıraktılar, madem tutuklayacak tın neden bıraktın- O hakim ve savcı herhalde üzüntüden ince hastalığa yakalanmışlardır eminim)

Üçüncü dönem bilakis iktidar partisinin liderince bu konun çözüleceği sözü verilerek yürütülen seçim kampanyası ile kazanıldı.Hatta o kadar ileri gidildi ki Güneydoğu Anadolu vilayetlerin de büyük mitingler düzenlendi.Rakip etnik partinin tüm tehditlerine ve terör örgütünün tüm mücadelesine rağmen bunlar yapıldı.Ülke tarihinin en büyük oyu ile iktidar olan siyasal parti bu sefer ekonomi ile halkı inandırmakta zorlanacağını anlayınca sınır komşularının derdini kendine dert edindi.Ama gelin görün ki Atlantik ötesi bu derdi çok zırva buldu ve ilgili bakanı evinde ailesine bile dert anlatamaz hale getirdi.Ne iç işleri, ne Adalet nede Dış işleri konu ile ilgili hiçbir ciddi çalışmanın içerisinde olmadıkları Suriye nin Kürtleri derdi ortaya çıkınca anlaşıldı.Bu dönemin asıl üzüntülü tarafı terör örgütünün çıldırmış bir şekilde saldırılar düzenleyerek onlarca askeri şehit etmeleri, bunu yaparken kendi soydaşlarını da öldürmekten kaçınmamaları oldu.

Döneme ustalık denilse de bu kelimenin anlamına uygun bir yönetim şekline hiç kavuşamadan zaman akıp gitmektedir.Konu o kadar sıradanlaştırılmış ki meclis onlarca ölüm karşısında dahi açılıp çalıştırılamamıştır.Bütün bu yaşananlar ise sanki aradan çok uzun zaman geçmişçesine toplumun belleğinden silinip gitmiş durumda ve söz konusu anlayış aynı argümanı çözmek ister gibi yapıp çözmeden bir farklı seçimi daha kazanmanın hesabı içerisine girmiş görünüyor.Gidenler gelenler var tabi ki ama oyun aynı oyun ve Atlantik ötesine göbek bağı ile bağlı iktidarlar ülkenin kanayan yarasını çözmekte muktedir değillerdir.Kürt sorunu da bu nedenle dışarıdan ve içeriden çözülmesine engel olunan ve ülkenin geleceğini ipotek altına almış en önemli sorundur.Bu öyle bir sorun ki, evlatları için ağlayan annelerin dahi göz yaşları ayrışmakta...!

22 Eylül 2012 Cumartesi

Devlet Aygıtı ve Kurumlar

Devlet Aygıtı ve Kurumlar;

Devlet canlı bir organizma değildir.Ona canlılık veren hayata uyarlayan Kurumlardır.Bu Kurumların icracısı ise insanlardır.İşte bu zincirin sonunda Devlet yürütür, yargılar, yasama yapar, eğitim ve öğretim verir, vatanı korur, vatandaşı korur.

Bu Kurumlar liyakat esaslı yöneticiler tarafından ve bir biri ile uzlaşık olarak yönetilmelidir.Devletin Kurumları yönetim biç
imine uygun (Bizde Cumhuriyet) bunu koruyan, en önemlisi de halkına hizmet eden, bireyi ön planda tutan bir anlayışla yönetilmelidir.

Üniter devlet yapısının merkezden yönetme ilkesi ancak bu temelde hayata geçebilir.Kurumların teşkilat yapılanmaları ise sahada vatandaş ile yüz yüze olması nedeni ile verdikleri hizmetin kalitesi, vatandaş da Devlet'e güven, inanç ve sevgiyi arttırır.

Kurumların kendi vazgeçilmezliklerini Devlet'e hatırlatmak için aralarında giriştikleri kötü rekabet ise vatandaşın Devlet ile olan bağını zayıflatır.Bu zayıf ilişki gerek iç gerekse dış çıkar gruplarınca son derece verimli bir alan yaratır.

Böyle bir ortam da Devlet hızla işlemez hale dönüşür.Vatandaşı ile arasına mesafeler girer, empati kuramaz hale gelir ve nihayetinde güvenilmez, inanılmaz duruma düşerler.

Yürütmenin belki de en önemli görevi Devleti işler ve Kurumları uyumlu çalışır halde tutmaktır.Yürütme vekili Hükümet bunu tesis edemez ise Hükümette edemez.

Hepinizi Saygı ve Sevgi İle Selamlıyorum;

Yaşam Hakkı Anayasal Güvence Altındadır

Yaşam Hakkının Devlet Güvencesinde Olması;

Evet bugün anayasal hak olarak güvenlik içerisinde yaşama hakkına değinmek istiyorum.Devlet sınırları içerisinde her vatandaşını güven içerisinde ikame ettirmek ve iş yapmasını sağlamakla görevlidir.
Gelin görün ki nerede ise 80 yılı aşmış Cumhuriyetimiz bunca yıl içerisinde ve defaatla tekrar eden olaylar karşısında özellikle Güneydoğu Anadolu da tarihten de gelen sebeplerin etkisi ile güvenliği sağlayamıyor.Dün toprak ağalarının ve eşkıyanın baskı ve şiddetinden son otuz yıldır da Marksist Leninist olduğunu iddia eden (Kendi iddiaları ) Kürt Şovenizmi yapan örgütten koruyamıyor.
Bu durum süreklilik arz edince bölge insanının varlıklı ve yaşam gerçeğini anlamış olanları batı illerine göçerek aileleri ve kendileri için başka bir gelecek kurmaya yöneldiler.Geride kalanlar ise şiddet ve korku ile yıllar içerisinde yaşama ve ticaret yapma haklarını koruyabilmek adına olan bitene ses çıkartmadılar.Bölgenin ''Ben anlamam Devlet anlar'' Mantalite sine uygun bir şekilde Devletten çözüm beklediler.Devlet gecikmeye başlayınca taraf olma , destek olma ve içinde olma süreci hızlandı.
Güneydoğu Anadolu'nun bir çok kentinden göçler yaşanınca kırsal bölgede yaşayanlar kentlere akın etti.Bu insanlarımız zaten kendilerine verilmeyen verilemeyen eğitimsizlikle boğuşmaktaydı.Devleti ve Teröristi ancak 'Devlet yakalarsa hapse atar ama Terörist yakalarsa öldürür' düz mantığı ile seçimlerini yapmaya başladılar.Dağa kadro vermekten dahi çekinmediler.Gelen cenazeler ''Gerilla'' adı ile defnedildi.Halen de defnediliyor.
Sol görüşlü şehir kökenli bölge insanlarımız ise terör örgütünün 'Marksist Leninistiz' söylemine inandılar yada inanmak istediler.Onlarda Devletten uzaklaştılar ve ortaya bir siyasi partiye zemin oluşturacak oy potansiyeli yaratıldı.Söz konusu parti bu altyapıya Terör örgütünün dayatmaları ile birlikte ayrılıkçı, özerk yapı ve ekonomik bağımsızlık, yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi gibi isteklerle ortaya çıkmaya başladılar.Güvenlikten uzak, istikrarsız bir bölge bu isteklerin ve amaçların hayata geçmesi için ideal bir ortam yaratmaktadır.Kullanmasını bilen iç ayrışmacılar ile bunu destekleyerek ülkemizin refahına göz diken dış emperyalist güçler bu fırsatı değerlendirdiler ve devam ediyorlar.
Bunca hükümet gelip geçti, devlette devamlılık esastır.Ne oldu da bu akıl durgunluğu devlete sirayet etti.Devlet zaman zaman başardığı ve bölgeyi yaşanabilir ve yatırım yapılabilir kıldığı dönemlerin hiç mi kaydını tutmadı.Neler doğru sonuç veriyor neler yanlış sonuca gidiyor bir kenara not etmedi mi.Bölgeye gönderilen sivil ve askeri idarecilerde deneyim, tecrübe ve liyakat gerçekten arandı mı.Arandı ise Gaffar Okan, Osman Pamukoğlu gibi idareciler neden orada değiller.
Bakınız arkadaşlar bölge güvenli hale gelmeden, bölge insanı devlete güvenmez.Güvenli hale gelen bölgeye eğitim, sağlık ve sosyal politikalar öncelikle gitmeli.Güven altına alınmış bölgede yatırım ve istihdam arttırılmalı.Ama biz şuanda şantiyelerimizi koruyamayan bir yapı ile karşı karşıyayken, dağı ovayı kendine mesken etmiş silahlı teröriste nasıl karı duracağız.Askerin karakolu,üssü, polisin karakolu lojmanı, savcının evi korunamıyor.Sıra hükümet konaklarına gelince ne olacak.
Güvenlik her ne şartta olursa olsun sağlanmaz ise sonuçları Irak'da görüldü Suriye'de ise yaşanıyor.Bu devlet Kürt sorunu nu çözebilmek için öncelikle güvenli yaşam şartlarını sağlayarak insanların özgür iradeleri ile fikir ve kararlarını beyan edebilme ortamını yaratmalıdır.O zaman gerçekte kaç kişi ayrılmak istiyor, kaçı dağda yaşamak istiyor ve büyük çoğunluğun Devletin ve ulusun hak ve imkanlarından yararlanmak istiyor ortaya çıkacaktır.Biz şu anda bölgede tarafsız ve etki altına girmemiş vatandaşların oy vermesini dahi sağlayamıyoruz.Bu gerçekleri bilelim ve bunların üzerinden tartışmamıza devam edelim istedim.
Saygı ve sevgilerimle;

17 Eylül 2012 Pazartesi

Farkındalık

Günlük olayları izleme alışkanlığı olanlar, bir süre sonra takip ettikleri basının hipnotizması ile karşı karşıya kalırlar.Yazılı, sözlü ve görsel basın bu ironik ilişkiyi kullanmada çok da etik davranmadıkları için bir süre sonra aslında ne olmuştu, ne yapılmak isteniyordu gibi konunun özeti kavramlardan uzaklaşılır ve yönsüzlük, karar verememe hali insanın üzerine asılır kalır.
Bu saatten sonra siz artık fikir beyan ederken de çok benzer prototip beyanları kullanmaya başlarsınız.Düşünmeden evet, hayır yada olabilir gibi arkası doldurulmayacak kısa yorumlar la olayları akışına bırakır sizde bu tembellik içerisinde her şeyi anlamış gibi rol yapanlara katılır, kervanla birlikte yürümeye başlarsınız.
Yaşadığımız gün itibari ile insan ve basın ilişkisi budur.Anlamaya çalışmayın sadece zaman ayırın ve ciddi bir şekilde sorgulayın.Gerçekten ne oluyor, ne yapılmak isteniyor, planın hangi parçasıyız, aklınızı yorun ki o tembellik yaparken siz hayatı ıskalamayın.

Temel Ahlaki Değerler

Son olay bize toplumsal olarak ne kadar ruh sağlığımızı yitirdiğimizi gösterdi.Hangi olay demeden ben hatırlatayım.Sidar Sakık'ın intaharı.Bunu ele almamın nedeni diğerlerinden çarpıcı şekilde ayrışması.Gerek A.Karahisar ( Asker şehitler), Gerek Bingöl ( Polis Şehitler) deki olaylar başlı başına facia ve başka bir travmanın konusu.
Oysaki bizim geleneklerimiz de doğana ömürlü olsun temennisi , ölene baş sağlığı temennisi dilemek mevcuttur.Tıpkı şehitlerin ailelerine tanımasak da yaptığımız gibi.Bu olay da da üzücü bir kayıp var ve işin arka planı da hayli üzücü.Adam beş yıl önce eşini amansız bir hastalıkla kaybediyor.Yani sıkıntılı bir süreç sonunda yitiriyor eşini.Evladı bu süreç sonrasında ruhen büyük yara alıyor ve ruh sağlığını kaybediyor.Olaylar bir birini izliyor ve oğlunu da çok üzücü bir sahne ile kaybediyor.Bu durum da başka bir açıdan yaklaşılması gerekmez miydi.Bir baş sağlığı çok mu ağır gelir insana.
Hangi parti veya hangi görüşe mensup olur ise olsun; insanlık vazifesi başsağlığı dilen meliydi.Acısına saygı gösterilmeliydi.Bu bizim toplumumuzda temel taşlardan birinin gelenek ve göreneklerin yaşanan süreçte ne kadar çok yara aldığının açık örneğidir.
Bir parça empati kurulabilse karşıdakinin yerine kendini koya bilse insan bunu yapamaz.Elbetteki her gün gelen şehit aileleri için de aynı şey yapılmalıdır.Hasım gördüklerimiz bile ölüye saygılı olmayı bilmelidirler.Anadolu toprakları kralların savaşında dahi ölen kralın cenaze törenleri için ara verildiği örnekler vardır.Ölüm ve ölü saygıyı hak eder.Bu temel değerlere saygısını yitirmiş toplumların geleceği çok ciddi tehlike altındadır.
Evladını kaybetmiş acılı bir babadan samimi bir baş sağlığını esirgememeliyiz.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

30 Ağustos Başkumandanlık Muharebesinin Hatırlattıkları

İster Nutuk diye anın ister Söylev diye, bu kitap o kadar çok belge ve bilgi içeriyor ki, sıklıkla okumak lazım.Bakınız hemen zaferin sonrasında Paşa ne not düşmüş?
''Milletimiz , asırlarca, bu vahi noktai nazardan hareket ettirildi.Fakat ne oldu?!Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı.Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlatlarının miktarını biliyor musunuz?,dedim.Suriyeyi, Irak'ı muhafaza etmek için, Mısırda barınabilmek için, Afrika da tutunabilmek için ne kadar insan telef olduu. bunu biliyor musunuz?! Ve netice ne oldu görüyor musunuz?! dedim. Görülüyordu ki, bir hava ü heves için, bir vehm ü hayal için, Türk Halkını mahvetmek istiyorlardı.'' Bazen bugünlere ne kadar çok ışık tuttuğuna şaşıp kalıyorum.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Darağacından Notlar / 6 Mayıs 1972 - Cebeci Ceza Evi - Ankara

Deniz Gezmiş;

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi - (27 Şubat 1947 Ayaş - Ankara / 6 Mayıs 1972 Cebeci - Ankara)
''Yaşasın tam bağımsız Türkiye.Yaşasın Marksizim, Leninizim'in yüce ideolojisi.Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının bağımsızlık mücadelesi.Kahrolsun emperyalizim.Yaşasın işçiler, köylüler.''
Karşıyaka Mezarlığı L/17 ANKARA

Yusuf Aslan;

Ortadoğu Teknik Üniversitesi - (1947 Yozgat / 6 Mayıs 1972 Cebeci - Ankara)
''Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum.Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz.Biz halkımızın hizmetindeyiz.Sizler Amerika'nın hizmetin indesiniz.Yaşasın devrimciler!Kahrolsun faşizm.''
Karşıyaka Mezarlığı L/17 ANKARA

Hüseyin İnan;

Ortadoğu Teknik Üniversitesi İdari bilimler Fakültesi - (1949 Sarız-Bozhöyük Köyü-Kayseri / 6 Mayıs 1972 Cebeci - Ankara)
''Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım.Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım.Bundan sonra bu bayrağı Türk Halkına emanet ediyorum.Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler.Kahrolsun faşizm.''
Karşıyaka Mezarlığı L/17 ANKARA

22 Nisan 2012 Pazar

Anayasa da Egemenlik

1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası  /  Birinci Kısım- Genel Esaslar
VI.Egemenlik
Madde6.- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
XI.Anayasanın Bağlayıcılığı Ve Üstünlüğü
Madde 11.-Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Egemenlik Ve Meclis

Atatürk, Milli Mücadelenin başlangıcından, kendisinin hayat veda ettiği ana kadar, her fırsatta milli egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış, her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla milli egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı şekilde karşılaştırmıştır.Çağdaş bir topluma ve çağdaş bir devlete yakışan yönetim şekli, ancak milli egemenliğe dayanan sistemdir.Saltanatın kaldırılmasıyla ilgili Büyük Millet Meclisi görüşmeleri sırasında söylediği şu sözler, bunun en güzel ifadesidir.

'' Cihan tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesis eden ve bunların hepsini hadiselerde tecrübe eyleyen Türk Milleti bu defa doğruda doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudretle yerini aldı.Millet mukkadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerinden meydana gelen bir yüce Mecliste temsil etti.İşte o Meclis, yüce Meclisinizdir'' Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Milli Egemenlik

Milli devlet ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte Atatürk'ün devlet anlayışının temellerini oluşturan üçüncü ana ilke, milli egemenliktir.Milli egemenlik, devlet içinde en üstün buyurma kudreti olarak tanımladığımız egemenliğin, millete ait olduğunu ifade eder.Bu anlamda milli egemenlik, kişi veya zümre egemenliği ile, yani monarşik veya oligarşik yönetim biçimleriyle kesinlikle bağdaşmaz.

''Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddi güçleriyle alakadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin edemezse, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz...Bu sebeple teşkilatımızda milli güçlerin etken ve milli iradenin egemen olması esası kabul edilmiştir.Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli Egemenlik...''   Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Hepinizin Ulusal Egemenlik Bayramınızı Kutlarım.

Saygılarımla

Murat Toz

15 Nisan 2012 Pazar

Sosyal Demokrasi

Sosyal demokrasi

Vikipedi, özgür ansiklopedi kaynakları kullanılmıştır
Atla: kullan, ara
Sosyal Demokrasi ya da Merkez Sol, kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri demokratik sistem içinde kabul edilebilir düzeye indirmeyi amaçlayan siyasi ideoloji.
Sosyal Demokrat partiler, Sosyalist Enternasyonal çatısı altında örgütlendi. Sosyalist Enternasyonal'in tanımına göre, sosyal demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet ve dayanışma temellerine oturur.
Sosyal demokrasi olgusu, 19. yüzyılın ikinci yarısından beri emekçi sınıfların yürüttüğü sosyal ve siyasal mücadeleler ile egemen sınıfların verdikleri ödünler sonunda varılan uzlaşmanın ürünüdür.Bu süreçte klasik liberal demokrasinin temellerini oluşturan değerler sistemi (kapitalizm,siyasal demokrasi,çoğulculuk vb) korunmuş, ama sosyal adalet, sosyal devlet, sosyal haklar gibi yeni değerlerle beslenmiştir
Sosyal Demokrasi hareketi önceleri Vladimir Lenin gibi devrimci sosyalistleri de kapsıyordu. Daha sonra evrimci yaklaşım baskın çıktı ve sosyal demokrasi proleter devrime karşı bir ideoloji halini aldı. Sosyal demokrasinin bu evrimci yaklaşımının en önemli temsilcisi, Eduard Bernstein'dır.
Sosyal demokrasi anlayışının devlete sosyal ödevler yükleyip ekonomik yaşama halk kitleleri yararına müdahale olanakları sağlaması sınıflararası farklılık ve gerginlikleri yumuşatıcı bir rol oynamış, kapitalizmi ve Batı tipi demokrasiyi aşmayı amaçlayan radikal devrimci akımlara karşı da bir set oluşturmuştur.Bu açıdan, bir olgu ve anlayış olarak sosyal demokrasi, sosyal demokrat akım ve hareketlerin 20. yüzyıldaki felsefe ve programlarına denk düşer.
Devrimci sosyalistler, sosyal demokrasiyi kapitalizmle işbirliği yapmakla suçlar, "reformizm" adını verir. "Reformist", sol ideoloji taraftarları arasında aşağılayıcı bir tanımdır.

Dünyada sosyal demokrasi [değiştir]

Sosyal demokrasi bir üçüncü yoldur, eski solla yeni sağ arasında refah devletine yakın, sanayileşmeci bir Batı Avrupa siyasal akımıdır. Genel oy, özgürlükler ve hakların savunulması amacıyla İkinci Enternasyonal'de güçlü bir akım olmuştur. Almanya'da SPD'nin ortaya çıkışı, İskandinav ülkelerindeki hareketler, Avusturya demokrasisi bu akıma yön vermiştir.
Britanya'da Fabianizm'in etkisi ve İşçi Partisi'nin yapısı ihtilalci olmayan revizyonist hareketleri ortaya çıkardı. Demokratikleşme sayesinde sosyal hareket gerçekleşecekti, Bernstein devrimin olacağına inanmıyordu. Hiçbir telos yoktu, proletarya devrimi yoktu. Kautsky, Babel demokrasiyi amaç edindiler. İkinci Enternasyonal'den kopanlar, Rosa Luxemburg ve Spartakistler devrimci hareket içinde kalmaya devam ettiler. Sosyal demokratlar giderek Marksizm'den koptular. 1929 ekonomik krizinden sonra Keynesçilik ve plancılık kuramları sosyal demokrasiyi daha çok etkiledi.
İskandinav sosyal demokratları üretim araçlarının mülkiyeti yerine üretilen eşyanın adil bölüşümünü savunmaya başladı. 60'lardan 80'lere kadar sosyal demokrat iktidarlar Avrupa'da hükümet oldu. Ancak, refah devleti politikalarının sona ermesiyle Yeni Sağ'ın yükselişine karşı yeni kuramlar üretildi. İktisadi kuramlar öne çıktı ve Friedmancılık tesirinde kalan sağ iktidarlara, Reagan ve Thatcher'a karşı Tony Blair'in küreselciliği, ulusaşırıcılığı işçi sınıfından rağbet gördü.
İsveç, 2007'ye kadar sosyal demokrasinin kalesi olarak gözüküyordu. Ancak neoliberal akım orada da etkili oldu ve İsveç'teki bütün sosyal eşitlik kuralları, liberallerin müdahalesi ile yerlerini serbest bir ekonomiye bıraktı.

Türkiye'de sosyal demokrasi [değiştir]

Türkiye'de sosyal demokrasi,1970'li yıllarda Bülent Ecevit'in CHP başına geçmesi ile hayat bulmuştur.Bülent Ecevit,uygulamada Amerikan ambargoları ve ülkedeki nakit sıkıntıları yüzünden başarılı olamamıştır. Buna rağmen sendikalaşma ve hakların korunması konusunda verdiği destek ile sosyal demokrasinin ülkede tutulmasını sağlamıştır.
1980'deki darbeden sonra sosyal demokrasi duraklama noktasına gelmiştir.Ancak kısa sürede toparlanma gösterilmiştir.Bu kez sahneye SODEP çıkmış ve HP ile birleşerek SHP'yi kurmuştur. İsmet İnönü'nün oğlu olan Erdal İnönü liderliğindeki parti yine başarılı olmuş ve hükümete kadar yükselmişti. Diğer taraftan siyasi yasağı süren Bülent Ecevit liderliğinde 1985'te kurulan DSP de sosyal demokratik partiler arasına katıldı. 1992'de ise CHP yeniden açıldı ve Deniz Baykal başkanlığındaki parti, Erdal İnönü'nün istifa etmesiyle zayıflayan SHP'yi de bünyesine katarak siyasi yaşamına devam etti.
1994'te SHP, CHP ve DSP'nin ayrı ayrı seçimlere girmesi, partilerin zayıf kalmasına yol açtı. 1995'te CHP ve DSP iki ayrı parti olarak yola devam etti. Bülent Ecevit ve Deniz Baykal arasındaki kavgalar, partilerin birleşmesini engelliyordu. Bu olay sürekli olarak solcu çevreleri alternatif arayışlarına ve büyük tepkiler göstermeye itti. Ancak 2 partinin birleşmesi olası gözükmedi.
1999 yılındaki seçimlerde sosyal demokrasi yeniden iktidara geldi. DSP %22 oy alarak hükümetin lider partisi oldu. Bu dönemde yine başarısızlıklar ve ulaşılamayan hedefler meydana geldi ve 1999 depremi ile 2001 krizi DSP'nin zora girmesine neden olan iki hareket oldu. 2002'deki seçimlerde yine 3 sosyal demokrat parti vardı. Bu kez İsmail Cem'in YTP'si de seçimlere katıldı.Ancak DSP ve YTP %1'er oy alabilirken, CHP %19 oy alarak ana muhalefete geçti.Bu sonuç, Türk solunun birleşmesindeki ilk adım oldu.
2007 yılındaki seçimlerde ise DSP seçimlere girmeyip, CHP listelerinden seçimlere dahil olmayı kabul etti. Bunda çoğunluğunu sosyal demokratların oluşturduğu cumhuriyet mitinglerinin büyük payı vardı. SHP de seçimlere bu partilerin hakları doğrultusunda girmeyince, sosyal demokratlar 30 yıl sonra seçime tek parti ile girdi. CHP bu seçimlere büyük umutlarla girmesine rağmen, oy sayısını çok fazla arttıramamış ve yine ana muhalefet olmuştur. 2010 yılında Sosyal demokrasi'nin Türkiye'deki kalesi olan CHP'nin genel başkanlığına, 2009 İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde halka yakınlaşan Kemal Kılıçdaroğlu seçildi. CHP, hakim politika yönünü yine sosyal demokrasiye çevirdi. Kılıçdaroğlu göreve geldikten sonra 2011 genel seçimlerinde partinin oy oranı %5 yükseldi. Fakat yine anamuhalefet olarak kaldı.

Çoğulcu Demokrasi

Çoğulcu demokrasi

Vikipedi, özgür ansiklopedi kaynakları kullanılmıştır
Atla: kullan, ara
Çoğulcu demokrasi(nispi demokrasi), çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve azınlığın da bir gün çoğunluk olabilme hakkının verilmesini savunan demokrasi anlayışıdır.
Demokrasinin gelişim sürecinde, çoğunluğun devlet yönetimindeki kararlarının mutlak olması, azınlık haklarını kısıtlayabileceği kaygısı çoğulcu demokrasiyi ortaya çıkarmıştır.'Azınlıkta veya muhalefette olanların korunması, düşüncelerin serbestçe hiçbir baskıyla karşılaşmadan söylenebilmesi çoğulcu demokrasi için şarttır.'[1]'Çoğulcu teoride otoritenin dağıtılması devletin aceleyle ve düşünmeden hareket etmesini engeller, aynı zamanda önemli güç merkezlerinin uyuşmaması durumunda da herhangi bir adımın atılmasını önler.'[2]

Özellikleri [değiştir]

  1. Yürütme gücünün kuvvetli ve geniş partiler koalisyonu tarafından yapılması
  2. Kuvvetler ayrılığı ilkesi
  3. İktidarın bölüşülmesi ilkesi,
  4. Çok partili sistem
  5. Yarı-temsîli sistem
  6. Yazılı anayasa ile hükümet yetkilerini kesin olarak sınırlama
  7. İki meclisli parlamento mode

Kuvvetler Ayrılığı

Kuvvetler ayrılığı

Vikipedi özgür ansiklopedi kaynağı kullanılmıştır.
Kuvvetler ayrılığı, Fransız aydınlanmacı düşünür Baron de Montesquieu tarafından ortaya atılmış olan, demokratik devlet yönetimini düzenleyen bir modeldir.
Bu model içinde devlet çeşitli birimlere ayrılmıştır, her birimin ayrı ve bağımsız gücü ve sorumluluk alanları vardır. Bunun yanında her birim bir diğerinin güç kullanımı üzerine sınırlamalar getirebilmektedir. Devlet birimleri genel olarak yasama, yürütme ve yargıdan oluşur. ABD sistemine göre bu birimler "hükümet birimleri" olarak adlandırılırken diğer sistemlerde "hükümet" yalnızca yürütme birimini ifade eder.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin taraftarları bu ilkenin demokrasiyi koruduğunu ve zorba, totaliter hükümetlere engel olduğunu savunurlar. Bu ilkenin karşıtlarına göre ise ilkenin demokrasiyi koruması bir yana bırakılırsa, kuvvetler ayrılığı aynı zamanda yönetimi yavaşlatmakta ve/veya yürütme diktatörlüğünü desteklemekte; hesap verilebilirliği düşürmekte ve yasamanın gücünü azaltmaktadır.
Günümüzde tam olarak uygulanan bir kuvvetler ayrılığı veya bir kuvvetler birliğinden söz edilemese de, pek çok yönetim sistemi açık bir şekilde kuvvetler ayrılığı ya da kuvvetler birliği ilkesine dayanmaktadır.

Montesquieu'nun teorisi [değiştir]

Montesquieu, politik gücü yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayırmıştır. Kendisi bu fikrini İngiliz yönetim biçimine dayandırmaktaydı. Buna göre İngiliz yönetim sisteminde güç kral, parlamento ve mahkemeler arasında paylaşılmıştı. Montesquieu'yü eleştiren sonraki yazarlara göre Montesquieu hatalı olarak böyle bir dayandırma yapmıştı, çünkü o zamanlarda Büyük Britanya'da yasama, yürütme ve yargı birbirleriyle ilişki içindeydiler[kaynak belirtilmeli].

Kuvvetler ayrılığı ve kuvvetler birliği [değiştir]

Demokratik yönetim sistemi düzenlenirken başkanlık sistemi ve parlamenter sistem arasında belirli bir seçim yapılır, bu seçim tama miyle uygulanacak bir düzen seçimi olmak zorunda değildir. Başkanlık sisteminde kuvvetler sert bir şekilde ayrılmışken parlamenter sistemde daha ılımlı bir yapı gözlenir.kesinlikle parlamenter sistem için kuvvetler birliği ilkesi yapılmaması gerekmektedir. Bununla birlikte "karışık sistemler" de vardır, yönetim sistemi iki ana sistemin ortasında daha yakındır, örneğin Fransa'daki şimdiki yönetim şekli (5. Cumhuriyet)[kaynak belirtilmeli].
Kuvvetler birliği ilkesine göre bir yönetim birimi (genellikle seçilerek gelen yasama birimi) diğerlerinden üstündür ve diğer birimler bu birime hizmet ederler. Kuvvetler ayrılığı ilkesine göre ise her birim büyük oranda (tama miyle olmasa da) bağımsızdır. Bağımsızlıktan kasıt her birimin diğer birimlerden bağımsız olarak seçilmesi ya da en azından varlığının diğer birimlere bağlı olmamasıdır.
Buna göre, kuvvetlerin birliği sistemlerinde (en ünlü örneklerden Birleşik Krallık'ta mesela) yasama kurumu halk tarafından seçilir ve yasama daha sonra yürütme birimi hükümeti "yaratır". Kuvvetlerin ayrılığı sistemlerinde ise yürütme birimi üyeleri yasama tarafından değil, başka çeşitli yollarla (örneğin seçimlerle) seçilirler. Parlamenter sistemlerde yasama biriminin süresi dolduğunda yürütme biriminin de süresi dolmuştur. Başkanlık sistemlerinde ise yürütme biriminin süresi yasama süresine bağlı değildir, süreleri aynı zamanlarda dolabilir veya dolmaz. Burada önemli nokta yürütme biriminin seçiminin yasama biriminden bağımsız olmasıdır. Buna rağmen, yürütme biriminin partisi eğer mecliste çoğunluğa sahipse, başkanlık sisteminde de belirli bir derece "kuvvetlerin birlikteliği" etkisi görülebilir. Böyle durumlar anayasal hedefleri engelleyebilir, ve/veya halk tarafından büyük oranda benimsenen "yasama biriminin daha demokratik, halka daha yakın olduğu" fikrini baltalayabilir. Bu durumda yasama birimi sadece bir "danışma meclisi" konumunu alır ve yürütmeyi hatalara ve fiyaskolara karşı sorumlu tutmakta isteksiz olabilir.

Frenler ve Dengeler sistemi [değiştir]

Bir birimin diğerlerinden üstün olmasını engellemek ve birimleri birlikte çalışmaya teşvik etmek için, kuvvetler ayrılığını uygulayan yönetim sistemleri "frenler ve dengeler"i ni geliştirdiler. Bu terim de Montesquieu'e atfedilmektedir. Frenler ve dengeler sistemine sayesinde bazı birimler diğer birimlere etki edebilirler (örneğin Amerikan başkanının Kongreden geçen yasaları veto etme hakkının olması veya Kongrenin federal mahkeme kararlarını değiştirebilmesi gibi). Kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş her ülkenin kendine özgü bir "frenler ve dengeler" sistemi vardır. Ülke yönetimi başkanlık sistemine ne kadar yakınsa birimler arasında çekler o kadar çoktur ve birimler göreli güçleri bakımından o kadar eşittirler.
YasamaYürütmeYargı
  • Yasa çıkarma gücü
  • Vergi çıkarma gücü, borç alma ve bütçe hazırlama gücü
  • Genellikle savaş ilan etmek için tek yetkili
  • Soruşturma açma yetkisi, özellikle yürütme birimine karşı
  • Çoğunlukla yürütme biriminin başına birini atama gücü
  • Bazen mahkemelere yargıç atama gücü
  • Anlaşmaları onaylama gücü
  • Başkan bazen yasaları veto edebilir.
  • Meclis tarafından azledilmeyi de göze alarak bazı yasaların uygulanmasına karşı çıkabilir
  • Çeşitli amaçlar için ayrılmış bütçeyi harcamayı reddedebilir.
  • Savaş yönetimi (askeriyenin operasyonel yönetimi)
  • Çeşitli durum ilanlarına yetkilidir (acil durum, afet ilanları gibi), yasalara uygun düzenlemeler çıkarabilir ve yürütme emirleri verebilir.
  • Genellikle yargıçları atar
  • Bazen suçluların affedilmesini sağlar
  • Hangi durumlarda hangi yasaların uygun olduğuna karar verir
  • Bir yasanın anayasaya aykırı olup olmadığını denetler
  • Yasaların yorumlanmasında ve anlaşmazlıklarda uygulanmasında tek yetkilidir
  • Bazen, bazı yasaların daha önemli yasalarla (örneğin anayasa ile) uyumlu olmaması durumunda bu yasaları geçersiz kılabilir
  • Suçluların idaresine karar verme gücü
  • Kanıtların bulunması ve gerekli dokümanlarının oluşturulmasına zorlama gücü
  • Temyiz işlemi tutarlı uygulamaları gerektirir ama tek tek davalar için karar verme yetkisi düşük makamda bulunan yargıçların yetkisinde olabilir (bu yargıçların ne kadar yetkili oldukları davaların tipine göre değişebilir)
  • Sadece gerçek kişiler tarafından öne sürülen gerçek anlaşmazlıklar üzerinde karar verebilme yetkisine sahiptir
  • Kendi üyelerinin idaresi
  • Genellikle diğer birimler tarafından sebep gösterilmeksizin görevden alınamazlar

Bakiye durumunu dengede tutmak [değiştir]

Yasama ve yürütme birimlerinin teorideki bağımsızlığı bir miktar bu iki birimin ayrı ayrı seçilmelerinden ve halka karşı doğrudan sorumlu olmalarından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte birimlerin birbirlerinin işlerine müdahalesini engellemek için yargısal önlemler de vardır. Yargısal bağımsızlık yaşam boyu görevlendirme, gönüllü emeklilik ve yasama tarafından çok zor görevden alınabilmeleri sayesinde sağlanmaktadır. Yakın zamanda çeşitli yargıçlara taraf tuttukları ve yasa yorumlama güçlerini kötüye kullandıkları suçlamaları yapılmıştır.
Üç devlet biriminin güçlerini sınırlayan yasal düzenekler çok büyük oranda halkın fikirlerine (kamuoyuna) dayanmaktadırlar. Kamuoyu, yasal otoritenin meşruiyetine ve fiilen uygulanmasına olanak sağlar. Çek ve bakiye sistemi aynı zamanda kendi kendine yönetilebilir bir sistemdir. Gücün suistimali caydırıla bilinir ve gücü elinde toplama durumu da diğer iki birimin düzeltmesi sonucu engellenebilir. Böyle bir durumda düzeltme kendiliğinden gelmez ve diğer iki birimin aktif olarak bu durumu engellemesi gerekir. Birimlerin bağımsızlığının ve -biraz da bunun bir sonucu olarak- tarafsızlığının önemi burada ortaya çıkmaktadır. Böylece tiranlığın ve totaliter bir yönetimin önüne geçilebilir.
Kaynakça
[değiştir]