28 Eylül 2012 Cuma

Bir Sorun, Bir İktidar ve Geçen On Sene:

2002 yılının son baharı idi tıpkı içinden geçtiğimiz şu günlere benziyordu.Herkesin bir umutla beklediği parti hem Atlantiğin öte yanından hemde Avrupadan destek alarak seçimlere yeni bir söylem ve enerjiyle katılıyordu.Oysaki benzer kökleri olan bir parti daha henüz Anayasa mahkemesinde kapatılmıştı.Belki de bu ve benzeri nedenlerle Askerler bu gelişmeden (Yeni Parti'den pek hoşlanmamışlardı).Genç, dinamik hatta yer yer iddialı sayılabilecek bir tüzükleri ve seçimler için hazırladıkları propaganda metinleri vardı.Her iki yazılı belgede Güneydoğu Anadolu (Namı Diğer Kürt ) Sorunu hakkında çözüm önerileri ve bu öneriye uygun söylemlerini hayata geçiriyorlardı.Özellikle Liberal düşünceyi benimsemiş seçmen ve aydın kesimin bir kısmı bu gönülleri okşayan çözüm önerisinden pek memnun idiler.

Gelin görün ki olmadı, olamadı.Ne kürt asıllı milletvekilleri, ne bakanlar bu çözümü hayata geçiremedikleri gibi sorunun muhatabını da inandıramadılar çözüm önerilerine.Ne silahlar sustu nede ölümler son buldu.Fakat meclis çatısı altında diğer partilerle samimi toplantılar yapmaktan da geri durdular.Diğer bir çok konuda olduğu gibi iktidar her şeyi ama her şeyi tek başına yapmak istiyordu. Belli ki elde edilecek başarıyı haris bir kıskançlık ile kişiselleştirmek ten vazgeçemiyorlar dı. Bir dönem bu şekilde geçip gitti.Bir çok şehit ve bir çok gözü yaşlı anne geride bırakarak.Elbette sadece Türkçe konuşan anneler değil kürtçe konuşan annelerde ağlıyordu; kendi kültürlerinde ''gerilla'' olan oğullar için.Ne var ki Devlet onun oğlunu terörist ilan etmişti bir kere dönüşü yok.Çıraklık dönemi isminden de etkilenerek bu sorunu kendini aştığı korkusu ile ele dahi alınmadan bitti.

İkinci dönem başlarken yine çok yaldızlı laflar, televizyon mülakatları, meydan mitinglerinde, en büyük bayrak olarak sallanan kürt sorunu önümüze getirildi.Bu kez bilinenlerden bir bilinmeyen yaratılarak anlaşılmaz, tutanın elinde kalır cinsten bir kavram kargaşası yaratıldı.Sorun sanki bizim sınırımızın dışından kaynaklıydı ve oraya gidilmesi bizi aşan bir kuvvetin iznine bağlıydı.Kısacası müdahale etmek istiyoruz ama gücümüz yetmiyor ama biz bunu çözmekte kararlıyız (Her nasıl ise anlaşılması zor bir kavram).Bu dönem bölgeye yatırımlar yapıldı, sanayici teşvikler aldı ama ne gideni gördük nede iş tutanı.Bu sefer asker de biraz tavsamış duruyordu.Bu sebeple şehirlerde daha çok eylem ve daha çok ölümler görüldü.Canlı canlı insanlar yakıldı otobüslerin içerisinde molotof  kokteylleri ile.Araçlar kundaklandı, destek vermeyen Güneydoğu Anadolu (Kürt) kökenli vatandaşlar tehdit edildi, darp edildi hatta cinayetlere kurban gittiler.

Ama iktidar bunlardan çok etkilenmemiş görünerek sürekli olarak seçmeninin önüne ekonomik başarıları koydu (Halkın değil seçmenin, kendince yorumlanmış ekonomik başarılar).Oysaki insanlar al bayraklara sarılı cenazelerden yorgun düşmüşlerdi.Şehitlik kavramı tartışılıyor, çocuklarının askere gitmesinden imtina ediyorlardı.Fakat çok korku verici bir biçimde Devlet ve iktidar bu şehitlerin haklı sebeplerle verildiğine inanıyor ve bu makamın her kula nasip olamayacağını dini ritüeller de dile getiriyorlardı.Çözüm konusunda yine çok sıkı bir yüzük kardeşliği oyunu oynanmaktaydı.Kendileri dışında her fikre üç maymunu oynamakta son derece başarılıydılar.Çok ileri gidildiğinde savunma olarak saldırıyı seçiyorlardı.Küçük ve tecrübesizler ise büyüklerinden aldıkları hatipliğin hakkını veriyorlar, demagoji kültürüne inanılmaz edebi örnekler kazandırıyorlardı.Beyaz takım elbiseli güneydoğulu bakan yerine kara kaşlı kara bıyıklı bir bakan vardı sahnede.Aynı kökten geliyorlardı ama soydaşlarının durumuna partinin ve iktidarın desteği ile bir çözüm bulamamışlardı her ikisi de.Timsah göz yaşları ile çaresizce  ağlaşan anneleri göz ucu ile izliyorlar artık bir sebep buldukları ölçüde şehit cenaze namazlarına katılmaktan kaçınıyorlardı.Milletvekili ve siyasetçilerin çocuklarının askerlik yapmaktan kaçındıkları da bu dönemde ortalığa dökülmüştü.İşin tuhafı kürt asıllı vekillerde aynı savunma çizgisini şiar edinmişlerdi.( Ne acı, saldıran da savunan da aynı noktada buluşuyor).Çok trajikomik bir şey daha yaptılar.Dağdan inin sizleri yargılamayacağız diyerek bir otobüs teröristi (sözde suça bulaşmamış olanlarından, nasıl oluyorsa artık anlaşılamadı) vatan sınırında kabul edip güler yüzlü bir mahkemeye çıkartıp serbest bıraktılar.(Sonradan tutuklamak üzere serbest bıraktılar, madem tutuklayacak tın neden bıraktın- O hakim ve savcı herhalde üzüntüden ince hastalığa yakalanmışlardır eminim)

Üçüncü dönem bilakis iktidar partisinin liderince bu konun çözüleceği sözü verilerek yürütülen seçim kampanyası ile kazanıldı.Hatta o kadar ileri gidildi ki Güneydoğu Anadolu vilayetlerin de büyük mitingler düzenlendi.Rakip etnik partinin tüm tehditlerine ve terör örgütünün tüm mücadelesine rağmen bunlar yapıldı.Ülke tarihinin en büyük oyu ile iktidar olan siyasal parti bu sefer ekonomi ile halkı inandırmakta zorlanacağını anlayınca sınır komşularının derdini kendine dert edindi.Ama gelin görün ki Atlantik ötesi bu derdi çok zırva buldu ve ilgili bakanı evinde ailesine bile dert anlatamaz hale getirdi.Ne iç işleri, ne Adalet nede Dış işleri konu ile ilgili hiçbir ciddi çalışmanın içerisinde olmadıkları Suriye nin Kürtleri derdi ortaya çıkınca anlaşıldı.Bu dönemin asıl üzüntülü tarafı terör örgütünün çıldırmış bir şekilde saldırılar düzenleyerek onlarca askeri şehit etmeleri, bunu yaparken kendi soydaşlarını da öldürmekten kaçınmamaları oldu.

Döneme ustalık denilse de bu kelimenin anlamına uygun bir yönetim şekline hiç kavuşamadan zaman akıp gitmektedir.Konu o kadar sıradanlaştırılmış ki meclis onlarca ölüm karşısında dahi açılıp çalıştırılamamıştır.Bütün bu yaşananlar ise sanki aradan çok uzun zaman geçmişçesine toplumun belleğinden silinip gitmiş durumda ve söz konusu anlayış aynı argümanı çözmek ister gibi yapıp çözmeden bir farklı seçimi daha kazanmanın hesabı içerisine girmiş görünüyor.Gidenler gelenler var tabi ki ama oyun aynı oyun ve Atlantik ötesine göbek bağı ile bağlı iktidarlar ülkenin kanayan yarasını çözmekte muktedir değillerdir.Kürt sorunu da bu nedenle dışarıdan ve içeriden çözülmesine engel olunan ve ülkenin geleceğini ipotek altına almış en önemli sorundur.Bu öyle bir sorun ki, evlatları için ağlayan annelerin dahi göz yaşları ayrışmakta...!

22 Eylül 2012 Cumartesi

Devlet Aygıtı ve Kurumlar

Devlet Aygıtı ve Kurumlar;

Devlet canlı bir organizma değildir.Ona canlılık veren hayata uyarlayan Kurumlardır.Bu Kurumların icracısı ise insanlardır.İşte bu zincirin sonunda Devlet yürütür, yargılar, yasama yapar, eğitim ve öğretim verir, vatanı korur, vatandaşı korur.

Bu Kurumlar liyakat esaslı yöneticiler tarafından ve bir biri ile uzlaşık olarak yönetilmelidir.Devletin Kurumları yönetim biç
imine uygun (Bizde Cumhuriyet) bunu koruyan, en önemlisi de halkına hizmet eden, bireyi ön planda tutan bir anlayışla yönetilmelidir.

Üniter devlet yapısının merkezden yönetme ilkesi ancak bu temelde hayata geçebilir.Kurumların teşkilat yapılanmaları ise sahada vatandaş ile yüz yüze olması nedeni ile verdikleri hizmetin kalitesi, vatandaş da Devlet'e güven, inanç ve sevgiyi arttırır.

Kurumların kendi vazgeçilmezliklerini Devlet'e hatırlatmak için aralarında giriştikleri kötü rekabet ise vatandaşın Devlet ile olan bağını zayıflatır.Bu zayıf ilişki gerek iç gerekse dış çıkar gruplarınca son derece verimli bir alan yaratır.

Böyle bir ortam da Devlet hızla işlemez hale dönüşür.Vatandaşı ile arasına mesafeler girer, empati kuramaz hale gelir ve nihayetinde güvenilmez, inanılmaz duruma düşerler.

Yürütmenin belki de en önemli görevi Devleti işler ve Kurumları uyumlu çalışır halde tutmaktır.Yürütme vekili Hükümet bunu tesis edemez ise Hükümette edemez.

Hepinizi Saygı ve Sevgi İle Selamlıyorum;

Yaşam Hakkı Anayasal Güvence Altındadır

Yaşam Hakkının Devlet Güvencesinde Olması;

Evet bugün anayasal hak olarak güvenlik içerisinde yaşama hakkına değinmek istiyorum.Devlet sınırları içerisinde her vatandaşını güven içerisinde ikame ettirmek ve iş yapmasını sağlamakla görevlidir.
Gelin görün ki nerede ise 80 yılı aşmış Cumhuriyetimiz bunca yıl içerisinde ve defaatla tekrar eden olaylar karşısında özellikle Güneydoğu Anadolu da tarihten de gelen sebeplerin etkisi ile güvenliği sağlayamıyor.Dün toprak ağalarının ve eşkıyanın baskı ve şiddetinden son otuz yıldır da Marksist Leninist olduğunu iddia eden (Kendi iddiaları ) Kürt Şovenizmi yapan örgütten koruyamıyor.
Bu durum süreklilik arz edince bölge insanının varlıklı ve yaşam gerçeğini anlamış olanları batı illerine göçerek aileleri ve kendileri için başka bir gelecek kurmaya yöneldiler.Geride kalanlar ise şiddet ve korku ile yıllar içerisinde yaşama ve ticaret yapma haklarını koruyabilmek adına olan bitene ses çıkartmadılar.Bölgenin ''Ben anlamam Devlet anlar'' Mantalite sine uygun bir şekilde Devletten çözüm beklediler.Devlet gecikmeye başlayınca taraf olma , destek olma ve içinde olma süreci hızlandı.
Güneydoğu Anadolu'nun bir çok kentinden göçler yaşanınca kırsal bölgede yaşayanlar kentlere akın etti.Bu insanlarımız zaten kendilerine verilmeyen verilemeyen eğitimsizlikle boğuşmaktaydı.Devleti ve Teröristi ancak 'Devlet yakalarsa hapse atar ama Terörist yakalarsa öldürür' düz mantığı ile seçimlerini yapmaya başladılar.Dağa kadro vermekten dahi çekinmediler.Gelen cenazeler ''Gerilla'' adı ile defnedildi.Halen de defnediliyor.
Sol görüşlü şehir kökenli bölge insanlarımız ise terör örgütünün 'Marksist Leninistiz' söylemine inandılar yada inanmak istediler.Onlarda Devletten uzaklaştılar ve ortaya bir siyasi partiye zemin oluşturacak oy potansiyeli yaratıldı.Söz konusu parti bu altyapıya Terör örgütünün dayatmaları ile birlikte ayrılıkçı, özerk yapı ve ekonomik bağımsızlık, yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi gibi isteklerle ortaya çıkmaya başladılar.Güvenlikten uzak, istikrarsız bir bölge bu isteklerin ve amaçların hayata geçmesi için ideal bir ortam yaratmaktadır.Kullanmasını bilen iç ayrışmacılar ile bunu destekleyerek ülkemizin refahına göz diken dış emperyalist güçler bu fırsatı değerlendirdiler ve devam ediyorlar.
Bunca hükümet gelip geçti, devlette devamlılık esastır.Ne oldu da bu akıl durgunluğu devlete sirayet etti.Devlet zaman zaman başardığı ve bölgeyi yaşanabilir ve yatırım yapılabilir kıldığı dönemlerin hiç mi kaydını tutmadı.Neler doğru sonuç veriyor neler yanlış sonuca gidiyor bir kenara not etmedi mi.Bölgeye gönderilen sivil ve askeri idarecilerde deneyim, tecrübe ve liyakat gerçekten arandı mı.Arandı ise Gaffar Okan, Osman Pamukoğlu gibi idareciler neden orada değiller.
Bakınız arkadaşlar bölge güvenli hale gelmeden, bölge insanı devlete güvenmez.Güvenli hale gelen bölgeye eğitim, sağlık ve sosyal politikalar öncelikle gitmeli.Güven altına alınmış bölgede yatırım ve istihdam arttırılmalı.Ama biz şuanda şantiyelerimizi koruyamayan bir yapı ile karşı karşıyayken, dağı ovayı kendine mesken etmiş silahlı teröriste nasıl karı duracağız.Askerin karakolu,üssü, polisin karakolu lojmanı, savcının evi korunamıyor.Sıra hükümet konaklarına gelince ne olacak.
Güvenlik her ne şartta olursa olsun sağlanmaz ise sonuçları Irak'da görüldü Suriye'de ise yaşanıyor.Bu devlet Kürt sorunu nu çözebilmek için öncelikle güvenli yaşam şartlarını sağlayarak insanların özgür iradeleri ile fikir ve kararlarını beyan edebilme ortamını yaratmalıdır.O zaman gerçekte kaç kişi ayrılmak istiyor, kaçı dağda yaşamak istiyor ve büyük çoğunluğun Devletin ve ulusun hak ve imkanlarından yararlanmak istiyor ortaya çıkacaktır.Biz şu anda bölgede tarafsız ve etki altına girmemiş vatandaşların oy vermesini dahi sağlayamıyoruz.Bu gerçekleri bilelim ve bunların üzerinden tartışmamıza devam edelim istedim.
Saygı ve sevgilerimle;

17 Eylül 2012 Pazartesi

Farkındalık

Günlük olayları izleme alışkanlığı olanlar, bir süre sonra takip ettikleri basının hipnotizması ile karşı karşıya kalırlar.Yazılı, sözlü ve görsel basın bu ironik ilişkiyi kullanmada çok da etik davranmadıkları için bir süre sonra aslında ne olmuştu, ne yapılmak isteniyordu gibi konunun özeti kavramlardan uzaklaşılır ve yönsüzlük, karar verememe hali insanın üzerine asılır kalır.
Bu saatten sonra siz artık fikir beyan ederken de çok benzer prototip beyanları kullanmaya başlarsınız.Düşünmeden evet, hayır yada olabilir gibi arkası doldurulmayacak kısa yorumlar la olayları akışına bırakır sizde bu tembellik içerisinde her şeyi anlamış gibi rol yapanlara katılır, kervanla birlikte yürümeye başlarsınız.
Yaşadığımız gün itibari ile insan ve basın ilişkisi budur.Anlamaya çalışmayın sadece zaman ayırın ve ciddi bir şekilde sorgulayın.Gerçekten ne oluyor, ne yapılmak isteniyor, planın hangi parçasıyız, aklınızı yorun ki o tembellik yaparken siz hayatı ıskalamayın.

Temel Ahlaki Değerler

Son olay bize toplumsal olarak ne kadar ruh sağlığımızı yitirdiğimizi gösterdi.Hangi olay demeden ben hatırlatayım.Sidar Sakık'ın intaharı.Bunu ele almamın nedeni diğerlerinden çarpıcı şekilde ayrışması.Gerek A.Karahisar ( Asker şehitler), Gerek Bingöl ( Polis Şehitler) deki olaylar başlı başına facia ve başka bir travmanın konusu.
Oysaki bizim geleneklerimiz de doğana ömürlü olsun temennisi , ölene baş sağlığı temennisi dilemek mevcuttur.Tıpkı şehitlerin ailelerine tanımasak da yaptığımız gibi.Bu olay da da üzücü bir kayıp var ve işin arka planı da hayli üzücü.Adam beş yıl önce eşini amansız bir hastalıkla kaybediyor.Yani sıkıntılı bir süreç sonunda yitiriyor eşini.Evladı bu süreç sonrasında ruhen büyük yara alıyor ve ruh sağlığını kaybediyor.Olaylar bir birini izliyor ve oğlunu da çok üzücü bir sahne ile kaybediyor.Bu durum da başka bir açıdan yaklaşılması gerekmez miydi.Bir baş sağlığı çok mu ağır gelir insana.
Hangi parti veya hangi görüşe mensup olur ise olsun; insanlık vazifesi başsağlığı dilen meliydi.Acısına saygı gösterilmeliydi.Bu bizim toplumumuzda temel taşlardan birinin gelenek ve göreneklerin yaşanan süreçte ne kadar çok yara aldığının açık örneğidir.
Bir parça empati kurulabilse karşıdakinin yerine kendini koya bilse insan bunu yapamaz.Elbetteki her gün gelen şehit aileleri için de aynı şey yapılmalıdır.Hasım gördüklerimiz bile ölüye saygılı olmayı bilmelidirler.Anadolu toprakları kralların savaşında dahi ölen kralın cenaze törenleri için ara verildiği örnekler vardır.Ölüm ve ölü saygıyı hak eder.Bu temel değerlere saygısını yitirmiş toplumların geleceği çok ciddi tehlike altındadır.
Evladını kaybetmiş acılı bir babadan samimi bir baş sağlığını esirgememeliyiz.